Ben de kimim?


Biraz yazar biraz çizer  genelde karalarım geri kalan zamanlarda hoplar zıplar bir varlığım...



  Gazete, dergi ve televizyonlarda hakkımda çeşitli söylentiler yok.  Olsun istermiydim, muamma! 
Ben anneme göre çocuk, babama göre yetişkin, dedeme göre zeki,  babaanneme  göre çirkin, aynaya göre güzel(demek isterdim), arkadaşlarıma göre uzaylı, ahbaplarıma göre saf biriyim. Çift burçlu olmamdan mı, yoksa tamamen kişiliğimden mi bilemem ama dengesiz oluşum terazimin her iki kefesinde de hat safalarda hareketliliğe sebep oluyor. Bütün dünyadaki insanları 2'e ayırmakla meşgulüm. Bunu kendime görev bilmişimdir. İyiler ve kötüler. Alt basamakları da var elbet, çıkarcı iyiler, gelişmiş iyiler az gelişmiş iyiler gibi. Fakat henüz kendisini bile tam manası ile tanıyamayan biri nasıl olur da başkaları hakkında kesin hüküm verir bilmiyorum. Bakın işte bu konuda bile kendimle çelişebiliyorum. Ya da en baştan başlayayım;
  Zor  ve çetin geçen bir hamilelik dönemiydi anneminki. Üçüncü veledi olmaya adaydım. İstanbul-Fatih’te bir hastanede açmışım gözlerimi. Kıçıma vurup beni uyandıran doktoru hala merak ederim. Bunu yapmak zorunda mıydı? Yaklaşık 1 hafta annemi yatağa mahkum etmişim ama o beni hala seviyor. Uyumak nedir bilmez yerde durmayı sevmezmişim. Hep yukarıda birinin ellerinin üzerinde olmak istermişim. Ayrı bir boyuttan bakarsak belki de bu davranışımın sebebi tekrar ilk yaratıldığım yere dönme istediğimin gereğiydi... Her istediğimin olması gerekirdi. Ve bunu ağlayarak da olsa çocukluk dönemime yapmayı başarmıştım. Çünkü Dünya o sıralar Güneş'ten sıkılmış benim etrafımda dönüyordu. En azından ben öyle hissediyordum. 7.5-8 aylık civarı hayattaki en değerli şeylerin varlığını kavramışım. İlk kelimelerim yada hecelerim olan ANNE ve BABA sözcükleri dilimden dökülmüş. Sonra belki de bu heyecanla onlara doğru ilk adımlarımı atmışım. O aylarda başladığım bu faaliyetlere hala devam ederim. Ve yine ayağımın yerden kesilmesi lazımdı. babam her gün kapıdan girdiğinde elimi ilk onun cüzdanına atar ve içindeki paraları sayardım. Babam daha birikmedi diye beni hep üzerdi. Hatta bir keresinde eve gelmişti ve cüzdanı bomboştu. İsyanın eşiğindeydim ama aynı eşikte bir bisiklet görünce hayatı bir kere daha sevdim. Bu kez ayaklarımı yerden kesen bir bisiklet olmuştu. Keşke hala mutluluklarım ve hüzünlerimin sebebi bunlar olsa. Annem çikolata aldığında mutlu olsam babam eve 5 dakika geç kaldığında üzülsem... Evi hor görmeye başladım. Sokak daha eğlenceliydi. Annemin sürekli beni camdan izlemesine deli olurdum. Camdan yaptığı uyarılarını hep en tersinden anlar ve ona göre hareket ederdim. Birde o akşam ezanları. Hep duyduğumda üzülmüşümdür. O yaşlarda okul zili yerine akşam ezanı vardı. Evde olma vakti… Fakat asıl anlamı için çok küçükmüşüm. Sonra okul ziliyle de tanıştım. İlkokul dönemim başladı. Hatırlıyorum da bizi sıralara oturtturmuşlardı ve herkes ağlıyordu gözleri kapıda annelerindeydi. Biri bir an o kapıda gözükmese millet hep bir ağızdan basardı çığlığı. Bense ''anne sen git git ben akşamda eve gelirim gelme!'' demişim. İlk okul hocamız hep bunu gülerek anlatırdı. İyi arkadaşlarım oldu. Güzel vakitler geçirdik. Birçok şeyi öğrenmeye başladım. İyi yada kötü. Fakat annemin elinden tutarak girdiğim ilkokuldan darmaduman çıkmıştım. Aklım, ruhum ve kalbim apayrı boyutlardaydı tabi ki kazançlarımda oldu ama kayıplarım sanırım onların üzerini örtmekte ustalaşmıştı. İlkokul bitmişti sıradaki liseydi. Sonra KADER kelimesinin anlamına yakışır bir şekilde kendimi İmam-Hatipte buldum. Babamın gel birde buraya bakalım sözünü hatırlıyorum.4 yıllık bir bakışmış meğer bu. Yine ilk gün annemin elini tutarak gitmiştim. O gün bundan pek hoşnutta değildim. Çünkü ben artık büyüktüm... Psikopatça tavırlarım ilk günlerde orada da devam etti. Sevmemiştim orayı. Sanki herkes her şey aynıydı. Ben onlardan daha üstündüm. fakat daha ilk hafta onların yürekleriyle tanıştım. Hepsinde apayrı bir güzellik görmeye başladım. Ki bu güzellik benimkine taş çıkarıyordu. Her gün 1 şey değil, artık her gün onlarca şey öğreniyordum. Ve bunların hepsi iyi şeylerdi. Mutluluğa götüren yolda önemli şeyler. Ailemle birlikteyken yakaladığım o mutluluğu artık okulumda da yakalayabiliyordum. Dostluklar gerçekten takdire şayandı. Şaşkınlığımın içinde yüreğimin de büyüdüğünü hissediyordum. Artık benlik duygumu bastırmayı öğrenmiştim. Benlik duygum bizliğe dönüşüyordu. Bir insan için asıl mutluluğun sevdiklerinin mutlu olması ile doğru orantılı olduğunu anladım. Saçma bir örnek vermek gerekirse matematik derslerinin birçoğunu gereksiz ve saçma buluyordum. O düşüncem de değişti. Belki hayatta kullanmayacaktım ama düşüncelerimde işe yarıyordu. Hayatın limitine sadece soldan değil sağdan da yaklaşmayı öğrendim. At gözlüklerini gözlerimden çıkarıp fırlattım. Empati kurmanın gereğini anladım. Benden çok "O" önemliydi artık. Elbette ki bunları hala tam yaptığımı iddia etmiyorum. Ama en azından düşünebiliyorum. Mükemmel geçen 3 yılın ardından bir karar vermem gerekiyordu. Hain sistem benim kaderimi eline almış adeta dalga geçiyordu. Eğitim hakkım kısıtlanmıştı. Hem özgürlük hakkımın olduğunu söylüyorlardı hem de herkesin adilce girmeye hakkı olduğu sınavda benim zalimce puanlarımı yok ediyorlardı. Çelişkinin dibine oturmuş evcilik oynuyordu duygularım. Babam ben bu okula yazıldığımda ‘’istersen seni son sene bu okuldan alıp puanının kırılmayacağı bir okula veririm .‘’demişti. Ben bu sözü o an çok beğenmiştim. Bunu kesinlikle gerçekleştirecektim. Sonra gerçekleştirme vakti gelmişti fakat ben yine darmadumandım. Aklım ve kalbim zıt çalışıyorlardı. Sonra kararımı verdim okuldan ayrılacaktım çünkü bu mantıklıydı. Annemle Bir akşam lisesine kayıt yaptırmaya gittik. Oraya hiç gitmeyecektim sadece formalite icabı okuyor görünecektim. Dershanemi hafta içine alıp okul vaktimi dershanede geçirecektim. Tabi bu dershane tayfamın da değişmesi demekti. Fakat orda kalbimden aşağıya kaynar suların döküldüğünü hissettim. Annemin kolundan tutup biranda çıktık oradan. Dayanamadım kalbime yapılan bu zulme. Arkadaşlarımın gitme demesi ve söyledikleri aklıma gelince aklım gitti. Ve son sene...İlk defa bir başkası için ıslattım yastığımı. ilk defa kendimi aklımın ucuna bile getirmeden verdim kararlarımı. İlk defa Birilerine seni seviyorum dedim. İlk defa Derdimi birisine açtım. Yalnız olduğum bu hayatta ilk defa başkalarını fikirlerini aldım. İlk defa üzüldüm adam gibi. İlk defa kalbim aklımı tuşa getirdi. Tüm bunlar olurken dershaneye de gidiyordum. Ve en yoğun dönemimde birde duygusallık baş göstermeye başlamıştı… Dershanede yapılan branş bitirmelerde benim branşları bitirmem gerekirken branşlar beni bitiriyordu. Hem birbirinden güzel günler yaşıyor hem de hiç üzülmediğim kadar üzülüyordum. tüm bunların sonuna yaklaştığım için. Hem bu sene artık bitsin dayanamıyorum diyordum hem de hiç mi hiç bitmesin istiyordum. Çok ama çok istikrarsızdım. Zaman kavramından bihaberdim. Hiçbir şeyi zamanında yapmaz, her şeyi son dakikaya bırakırdım ve bugüne kadar hep son dakika golleriyle gelmiştim. Doğrulara asla bu kesin doğru diyemedim kafamda hep ? gezindi. Hatta en yakınım bile beni sevdiğini söylerken gözlerinin içine içine bakardım. Daha fazlasını görmek için. İnancım zayıf, yetersizdi. Tereddütlerime yeniktim. Kimin beni neden sevdiğini merak ederken ben arkadaşlarımı dostlarımı neden bu kadar çok sevdiğimi bilmiyordum. Hayatım 3 saniye koridoru gibiydi. Gereğinden fazla duran zarar görüyordu. Arkamdan sessizce yaklaşandan değil, göstere göstere önümden gelenden korkuyordum. Bazı kişiler vardı ;hayatımda çok net ama kafamda bir o kadar flu. Ve bazı kişiler vardı adımlarında bile kusur bulduğum ve bazı kişiler vardı yalanlarını bile bile doğrum bellediğim. Benim hayatımın baş kahramanı olan ben artık terfi etmiştim. Başrol oyuncuları birbirinden farklı ve birbirinden iyilerdi. Filmim artık daha bir güzeldi. Fakat anladım ki asıl hayat siz her sabaha gözlerinizi açtığınızda değil, birinin sizin gözlerinizi kapattığında başlayacak...Ve maalesef lise de bitti sıradaki gözlerde devleşen Evrenkentti.
İlkokulum zil çaldığında uyanabileceğim kadar yakın mesafedeydi. 2 sokak ötesinde Lisem vardı. 1 cadde ilerisinde dershanem vardı. Ve Türkiye'nin diğer ucu "Erzurum" da ise evrenkentim. Tercihlerimi nasıl yaptığımı inanın hatırlamıyorum. Son tercih gününden bir gün önce bilinçsizce doldurmuştum tercih listemi. O dönemin gericiliği beni de germeyi başarmıştı. Her genç gibi evime yakın bir evrenkent düşlemiştim aslında. Haritada bir umuttur diye Erzurum ' u İstanbul'un altında aradım bulamayınca İstanbul'un ilçeleri arasına göz gezdirdim… Sonra anneme durumu açıkladım. Açıklamadım. Açıklayamadım. Sadece Erzurum'da okuyacakmışım dedim. O da hala cümlemde bir şeyler eksik olduğu düşüncesi ile gözlerini kırpmadan bana bakmaya devam etti.
Kara kara düşünmeye başladığımın ve son dakikada hayatın bana attığı ilk goldü.. Yüzümde ki saçma gülümsemenin sebebini çözemedim. Bana hakimdi sanki.
Şuan bu yazıyı Erzurum'da oturduğum evimden yazıyorum. Ve yine darmadumanım. Ortamlara çok çabuk ayak uyduran ben ilk yılımın ikinci dönemine gelmeme rağmen hala arkadaş edinememiş durumdayım… Eskiyi kibrit çöpü ile arıyordum. Her seferinde elim yanıyordu. Kalbim yanıyordu… Ve yine kedimi bunca kalabalığın içerisinde yalnız buldum. Uzağımda ki dostlarım arkadaşlarım ve özellikle de ailem Vardı elbette ama geceleri sırtımı kaşıyarak beni uyutacak bir annem yamacımda yoktu. Gözlerinin taaaa dibine kadar inebileceğim insanlar yoktu. Kokmadan arkamı yaslayacağım biri yoktu. Ve en kötüsü de varlığın en bol şeklinden yokluğun zerresine düşmek olmuştu. Alışmak istemememe rağmen alışmam gerekiyordu.
  Ve  şuan söyleyebileceğim son bir sözüm kaldı, dayanamıyorum artık, 
Çişimmm gellldiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii... vuvvuvuvvuuvvuvuvuvuvuvuuvuvvuvuvuvvvuuvuv


06.06.2011