9 Ekim 2013 Çarşamba

Yaşamak denir buna

  Eski fotoğraflarıma bakarken ilkokulda çekilmiş bir fotoğraf bir anda beni eskilere götürdü. Sınıfın en küçük velediydim diyebilirim. Şu meşhur andımızın her gün okunduğu zamanlar,
ve sıranın en önünde hep ben olurdum. Boy eksilerde olunca tabi, öyle oluyordu. Fotoğrafı uzun zamandır görmemiş olmamdan mı bilmem ama öncelikle kısa çaplı bir şok yaşadım, o zamandan beri okuyorum. Yani inanılmaz, gerçekten hala okula gidiyorum.  Şimdi burada sistemi eleştirmeye kalkışmayacağım. 21 yaşıma gelip hala okuyor olmamdan daha doğrusu bu yaşa kadar hayatı sadece defter kitap üzerinde öğretmeye çalışmalarından da hiiiçççççç söz etmek istemiyorum. Ben sadece o yıllarda yaz diye elime tutuşturulan bir tahta kalemden bahsetmek istiyorum. O yaşlarda anlayamasam da şimdilerde idrak etmiş durumdayım. Başka bir açıdan anlatırsam, bizler de hayat denen o deftere yazıyı yazacak kalemlerdik. Yeni bir kalem hakkı tanınmayacaktı bize, bunu bilsek de yine önümüze çıkan herkesle bir hikaye yazmaya kalkıştık, tüm çabamız o deftere bir iz bırakmaktı oysaki, kimsenin müdahale edemeyeceği bir roman yazmak belki de, kahramanı olduğumuz. Ne kadar çok yazarsak o kadar çabuk tükeneceğimizi bilsek de, hep bir umutla, emin kelimelerle ilerler emin olmadığınız kişiler için onlara kalbiniz kadar temiz bir sayfa açardık, ve genelde gelen herkes o sayfanın içine en fiyakalısından s*ç*r giderdi. Tam tükendim derken biri çıkar karşınıza ve açardı kaleminizin ucunu. Sizi biraz yontsa da bazen eskisinden de güzel yazma fırsatı geçer elinize. İşte bu dersiniz fakat kendinize bir bakmışsınız, ufacık bir şey kalmış geriye. Ne yeni bir hikaye ne de yeni bir cümle yazmak için yoktur mecaliniz. Demek istediğim; yaşamak denir buna. Canla, başla...


Nesi yaşamaksa,